18 Aralık 2007

BU ŞEHİR


Bu şehir insana tuzak kuruyor Bu şehir insanı uzak kılıyor Bu şehir insanı hayli yoruyor Bu şehir insanı hep kandırıyor Gel bu şehrin havası böyle kalsın Aynalar yalancıdır Bu şehrin dört bir yanında ayna var alımlıdır Bir kandırır ki anlamazsın Verilen sözler unutulur Belki yarına umut olur Fakat bu şehir unutturur Bazen hatırlatır ve ağlatır güldürür Bir gün yaşarken bir gün öldürür Bir türküdür bu duyduğun senin için Dikenli gül ve yaşanacak bir gündür Bu şehirde doğdum bu şehirde söndüm Gel biz şehrin havasına hiç uymayalım Birbirimize verdiğimiz sözlerin hepsini tutalım Bir de şehirli türkü tutturup karşılıklı seninle Şehre inat dert üstüne dert koymayalım ayrılmayalım

17 Aralık 2007

ÇETİN ALTANIN KÖŞESİNDEN...

O TATAVATALAR Kİ İNCİR ÇEKİRDEĞİNİ DOLDURMAZ


Nasreddin Hoca'ya sormuşlar: - Hoca, evrensel değerde bir müzisyen olan Fazıl Say'la, Hazine'den geçinmeli "mevki sahipleri" arasında ne fark vardır?
Nasreddin Hoca, gülümseyerek sakalını sıvazlamış:
- Fazıl Say, piyano çalar, demiş; Hazine'den geçinmeli "mevki sahipleri"nden bazıları sadece ağızlara bal çalar; bazıları da, yaranmak istedikleri kapıları çalar; bazıları ise sadece çalar.
* * *
Eğlenceli bir bulmaca:
Önce ayağa kalkın. İki avucunuzu kulaklarınızın üstüne iyice bastırın. Ağırlığınızı bir ayağınızın üstüne vererek, öteki ayağınızla öne, yana, arkaya doğru adım atar gibi yapıp, sonra tabanınızı hızlıca yere bastırın.
Arkasından tabanını yere bastırdığınız ayağın üstüne ağırlığınızı verin; öteki ayağınızla aynı hareketleri yapın.
Bir adım öne gidince, yine tekrarlayın aynı hareketleri.
Tamam mı?
* * *
Şimdi soru şu:
- Bu kimin taklididir?
* * *
Yanıt olarak, ola ki:
- Karanlıkta mayın tarlasına düşmüş bir köylünün, diyeceksiniz.
— Hayır.
* * *
Belki de:
- Zeybek oynamaya çalışan bir aceminin, diyeceksiniz.
— Hayır.
* * *
Yanıtını merak mı ettiniz bulmacanın:
- İhalelere sinsice sokulup, saman altından su yürütmeye uğraşa uğraşa, usulca "yap-sat"çılığa uzanarak, cüzdanını kabartmaya çalışanların taklidi.
* * *
Vaktiyle mitinglerde kürsülere çıkıp:
- Yılda 100 bin tank yapacağız diye bağıran, parti başkanları vardı.
Bu yakınlarda da kulağımıza, çok yakında dünyanın en kalkınmış 10 ülkesinden biri olacağımız teraneleri çalınıyor.
* * *
Tahranlı 2 arkadaş konuşuyorlarmış; biri:
- Ben, diyormuş öylesine büyük, öylesine büyük bir ev yaptırdım ki, geçen yıl dama çıkan ustaların elinden kayan bir keser hâlâ düşüyor, henüz yere varmadı.
* * *
Öteki arkadaşı:
- Ya, demiş; ben de bir hıyar büyütmeye başladım, büyüttüm, büyüttüm, büyüttüm; kökü Isfahan'da olduğu halde, ucu Tahran'ın varoşlarını geçmeye başladı.
* * *
Büyük mü büyük bir ev yaptırdığından söz açan İranlı:
- O kadar da büyük hıyar olur mu, demiş.
Arkadaşı da:
- Olur ya, demiş; şayet keseri düşürmezsen, büyüye büyüye ucu kıçına girecek.
* * *
Kim isterse bir hıyar ekip, başlayabilir büyütmeye...
* * *
İncili Çavuş'a sormuşlar:
- Çavuş, Hazine'den geçinmeli "mevki sahipleri"nden bazıları; neden bizim kırk yılda bir yetişen evrensel değerdeki yazarlarımıza, heykelcilerimize, müzisyenlerimize karşı bu kadar kırıcı ve hoyrat davranıyorlar; sanattan anlamadıkları için mi?
* * *
İncili Çavuş:
- Angutluklarının asıl nedeni, demiş; kendilerinin öneminin, sadece koltuklara oturan taraflarıyla var olması; evrensel ölçüde beyin ve gönülleriyle var olanlara karşı da, müthiş bir aşağılık duygusuna kapılıyorlar...
* * *
Taner Aktop'tan da bir fıkra:
Yolculuktan dönen İdris, kahvede oturanlara sormuş:
- Yahu pizüm Temel, nasil öldi?
— Kalpten citti, dediler.
- Vasiyetu filan var miydu?
- Var idu. "Penu denize gömun" temiş idu.
- Cömdünüz mü?
- Cömdük amma, mezarinu kazarken çok kayip vurduk.
* * *
Biribirlerinin iktidarını gömmek için uğraşan siyasetçilere de yakışan bir fıkra işte...
* * *
Bektaşi babasına sormuşlar:
- Baba erenler, Yunus Emre'nin şu dörtlüğü:
Cennet cennet dedikleri
Birkaç köşkle birkaç huri
İsteyene ver onları
Bana seni gerek seni
bugün en çok nereye yakışır sence?
* * *
Baba erenler:
- En çok, demiş; dolarlarla euroların üstüne...
* * *
A. Necmettin Çanga'dan bir şiirle bitirelim yazıyı.

Biri Var

Kemiklerimde
Kulaklarımda
Başımda
Sallanan biri var

İçimde Dışımda Kaçan biri var

Gündüz
Gece
Uçan biri var gelen giden aldanan biri var bakan duyan susan biri var
_________________ÇETİN ALTAN_____________

Çetin altan'dan sonra...

Cumhuriyeti aydınlatmaya çalışan; o sarı ampuller olsa gerek gözlerimizi bir hayli bozmakla birlikte gerçeği göremeyecek kadar da körleştirdi. İşte gözlerini sarı ampule dikmeyen o ender yazarlardan biri de Çetin altandır.
İnsanların yetenekleri farklıdır kimi çok iyi devletten çalar kimi ise çok iyi piyona çalar ama o ötekiler dediklerimiz hiç berikileri anlayamaz herkes muhasebe yapar ve hesap neyi tutarsa öyle davranılır bir gün sanat ve sanatçı desteklenir öteki gün koltuk…
Meydanlarda oy diye yalvaran o koltuk düşkünleri koltuğa oturunca tüm sözlerini unuturlar. Keramet koltukta mıdır bilinmez ama benim o sözlere kanan halkıma yazık. Koltuk düşkünleri Birbirlerini ezerler ezmekle kalmaz bide üstüne gömerler muhalefet yapar sorun çözdüklerini sanırlar aynı ensturamanı kullanıp farklı ses çıkartırlar. Bazen tek ağız olurlar bazen de birbirlerinin kuyusunu eşerler. Bunlar cumhuriyet, laiklik, özgürlük diye lafa başlarlar ama söylediklerinin sonu hiçte öyle bitmez çok laf söyleyip az iş yaparlar. Uygar medeniyet seviyesi, kişi başına yüksek gelir, huzur, barış derler.
Yarın olur seçim biter koltuk dolar. Bir bakmışsın insanlar birbirlerini öldürüyor, banka soyuyor, kimisi özgürlük istiyor kimisi terk etmek ama kimse mücadeleden bahsetmiyor bazılarından başka hiç kimse Atatürk demiyor onun dediklerini hatırlamıyor bile. Onlar dolardan, ılımlı islamdan, türbandan anlar. Onlar aç insanlarla, ölenlerle ilgilenmez onların tek anladıkları paradır. Para için her şeyi yaparlar.

16 Aralık 2007

hedef (...) !


Yolcuların düşü... Özgürlük, kardeşlik ve eşitlikti...

Yolcuların düşü,

baskı ve ayrımcılığın olmadığı,

sömürüsüz, sınırsız, bir yaşamdı...

Ne yollar tüketir, ne yolcular, ne de yolcuların düşleri...

Düşler,

Yolcular

ve mücadelemiz

yaşam varoldukça

her koşulda

yenilenerek

devam edecek...

Ta ki

düşlerimiz gerçek oluncaya dek...

işte böle olcan"


Bilmem Seçim Ne Zaman
Adamın biri yolda giderken, birden ayağı kayıp düşmüş.
Arkasından gelen adam, kalkmasına yardım etmiş.
Düşen adam teşekkür ettikten sonra "sizin bu iyiliğinize
nasıl karşılık verebilirim?" demiş.

- Vallahi ben iktidar partisinin bir üyesiyim.
İlk seçimlerde bizim partiye oy verirseniz, ödeşmiş oluruz...

Adam ters ters bakmış karşısındakine:
- Beyefendi, beyefendi, demiş.
Ben düşünce kıçımı yere vurdum, kafamı değil...

Bile bile tekrar


Hep bir yerlere, bir şeylere yetişme telaşındasınız değil mi?
Hiç vaktiniz yok,
"Fast live", "Fast food", "Fast music", "Fast love"...

Dikte ettirilen "yükselen değerler", "in" ler, "out" lar...
Buna benzer bir odada, şanslıysanız gökyüzünü görebilen bir pencere ardında bitecek hepsi.
Dostluğu klavyelerinde, yaşamı monitörlerinde arayanlar, Size sesleniyorum!
Hangi tuş daha etkilidir ki sıcacık bir gülüşten ya da hangi program verebilir bir ağaç gölgesinde uyumanın keyfini?
Copy-paste yapabilir misiniz dalgaların sahille buluşmasını?
İçinizi ısıtan gün ışığını gönderebilir misiniz maille arkadaşlarınıza?

Sevgiyi tuşlarla mı yazarsınız?
Öpüşmek için hangi tuşlara basmak gerekir?
Ya da geri dönüşüm kutusunda saklanabilir mi kaybolan zaman?
Doğayı bilgisayarlarına döşeyenler, neden görmezsiniz bahçedeki akasyanın tomurcuklandığını?

Ve ıslak toprak kokusu var mıdır dosyalarınız arasında?
Koklamak, duymak, dokunmak, yok mu yaşam skalanızda?

Bilgi toplumu oldunuz da, duygu toplumu olmanıza megabaytlarınız mı yetmiyor?
Müşfik KENTER

Bir soğan soyulurken yaşaran gözler"


Bir soğan soyulurken yaşarıyor da gözler,
Türkiye'nin saygınlığı, başarısı ve gönenci için hizmet veren tüm insanlarımızı saygı ile anarken...



Bir soğan soyulurken yaşarıyor da gözler,
Hazine soyulurken aldırmıyor öküzler,
Hayadan eser yoktur nafile bütün sözler.
Beyhude inat etme, salla hemen başını,
Gerdan kır, belini bük, al gitsin maaşını.

Bir yolsuzluk görünce köpürme, isyan etme,
Bir hak için kendine, dik başlıdır dedirtme,
Doğru yolu dostuna göster ama, sen gitme.
Ne derlerse huuu... diye salla hemen başını,
Dilini tut, uslu dur, al gitsin maaşını.

Unutma bu ocağın adı aşıyaptır,
Sen de bir dolap çevir, apartmanlar yaptır.
Hakikat nene gerek o memnu bir kitaptır.
Sana lazım olan şey, sallayarak başını,
El öpüp, etek öpüp almaktır maaşını.

Bu güvercin eder mi atmacalarla yarış,
Öğrenmeden dünyayı gezdim de karış karış,
Vazgeç hak sevdasından sen de kervana karış,
Ne derlerse huuu diye, salla hemen başını,
Gerdan kır, belini bük, al gitsin maaşını


Abdullah Çağlayan
Yazıldığı yıl 1943

11 Aralık 2007

SANAT




Kendi Ellerimizle Ötekilerin Ürettiklerine Sanat Deyip Ya Da Onlarınkini Sanat Bulup Bizim Ürettiklerimize İlgisiz Kalıyoruz Bu Birazda Şuna Benzer “En Yakınınızdan Destek Beklersiniz Ama Aksine O Hiç Tanımadığı Birine Destek Verir “Seneler Ve Güven Çöpe Atılır Ama Burada Atılan Bir Şey Var Oda Yerli Sanat!

Spadermanleri, X-manleri yüzüklerin efendisi serilerini izlerken amerikan yapımı kahramanlarımızı bizden biriymiş gibi benimseyerek onların bize açtıkları soğuk savaşlarına
Su serpiyoruz… Fantastik filmler bilindiği üzere teknolojiyle olur ki zaten fantastik bir filmi kurgulamak teknoloji yüzü görmemiş ülkelerin harcı değildir. Ama fantastik filmlerde Olagünüstü olaylar sadece o ülkenin kahramanına yüklenmiştir ve bu mesajı herkes alamaz.


Bence gelin artık bizlerde elimizdekilerle bir şey yapmayı deneyelim en azından onların bize karşı ürettiği kahramanlarda benliğimizi aramayalım inanın bana soğuk savaşta bayrak taşıyan amerikaya ikinci bir bayrağı teslim etmeyin!

çekmeyin!


Size bir gün radyo dinlerken kulak dolgunluğu yaptığım bir fıkrayı anlatcam uzun lafın kısası fıkraya geçiyim ben;
Bir gün dünyada kıyamet kopar herşey alt üst olur ve cehennemin kapıları aralanır her ülkeden cehenneme giriş olmuştur ve her cehennemlik ülkenin bir kazanı vardır ve kazanların başında da zabaniler...
Kazanın içindeki insanlar yukarı çıkmak ister fakat zebaniler her çırpınışlarında kafalarını içeri sokarlar işin ilginç yanı;türklerin kazanının başında zabani yoktur...Çünkü onları aşşağıdan çeken birileri vardır.

18 Kasım 2007

var ol ! "arkadaş"


Yıllar önce geçtiğimiz sokakların insanlarını bırak kaldırımları hadi kaldırımları da bıraktım sokak lambaları bile değişmiş ben niye değişmeyim ki…
Hala sap gibi aynı sokaktan geçiyorsam değişmedim demektir hala aynı pencereye bakıyor, o aradığımın o pencerenin arkasında olmadığını bildiğim halde halen bakıyorsam değişenleri ya da geçip gidenleri değil benim gidemeyişimi suçlamak lazım…
Bide her gün gördüğün insanı daha doğrusu seni her gün gören birini senin hiç fark etmemen ne kadar da acıklı dimi sen birine kurulmuş bir çalar saatsin oda sana kurulmuş bir çalar saat ama hiç zamanlarınız birbirini tutmuyor ve bir o kadar da safsınız. Her gün yüzüne bakıyor sense onun baktığını görmeyi bırak öyle biri olduğunun farkında bile değilsin.
Bu hikâyeyi fazla uzatmıycam ama fark etmekle farkında olmak arasındaki farkları görün derim ben fark etmemişimdir siz farkında olmamışsınızdır ama fark eden bir şey vardır fark etmesekte…
“Varların içinde şüphesiz varım yokların içinde var olmaya çalıştım